CENAP ŞEHABEDDİN’İN ŞİİRLERİNDE PİTORESK |
Mehmet Kaplan Divan edebiyatında varlıkların şeklî bakımdan tasviri ehemmiyetli bir yer tutar; hatta düşünce vx duygunun ifadesini ark a plânda bırakarak müstakil bir gaye olur: En büyük divan şairleri bile «benzetme için benzetme» yaparlar. Fakat teferruatı işleyen, diş dünyayı daima bozan, bütünü kavramayan unsurlar arasında pitoresk bir münasebet kurmayan bu tasvir cekdi, hiç bir zaman hakiki bir tablo vücuda getirmez. Divan şairi, varlığın dış görünüşlerini anlatmaktan çok, kelimeler arasında zihnî bir takım gizli münasebetler tesis eder. En ciddî anlarda bile bu bir nevi bilmece ve oyun halini alır. Tanzimat devri şair ve muharrirleri ortaya attıkları siyasî ve İçtimaî fikirlerle edebiyatı bir oyun olmaktan çıkarırlar; öğretici ve faydalı bir vasıta yaparlar; bu maksatla divan edebiyatının en mühim unsurunu teşkil eden «mazmun»ları ortadan kaldırarak, yerine «fiki‘»i ikame ederler. Şinasi’nin Türk şiirinde yaptığı en büyük inkilâp, çıplak düşünceyi nazma sokmasıdır. Namık Kemal ile Ziya Paşa’nın şiirlerinde de mücerret ve umumî fikirler esaslı bir yer işgal eder. www.gurkanca.com Hamit ile Recaizade Ekrem, tabiata büyük bir yer verdikleri için, dinî bir hayranlıkla seyr ve temaşa ettikleri dış dünyayı şiirlerine aksettirmeğe çalışırlar. Fakat onlarda da tasvir müstakil bir gaye haline gelmez; dinî ve felsefî duygularla dolu olan Abdülhak Hamit daima fizikten metafiziğe geçer. Recaizade de teessür ve göz yaşından haricî âlemi açık ve seçik olarak göremez. Yalnız Samipaşazade Sezai’de kuvvetli bir pitoresk duygusu vardır. Sergüzeşt romanının kahramanı bir ressamdır; bu romanın esas yapısında da tasvir vakadan ve duygudan daha esaslı bir yer işgal eder. Samipaşazade Sezai küçük hikâyelerinde de tasvire çok ehemmiyet verir. Bu nesli müteakip, tesirini iyice göstermeğe başlayan realizm cereyanı, Nabizade Nazım’ı Ahmet Rasim’i ve Hüseyin Rahmi’yi teferıüatlı bir müşahedeciliğe götürür. Realizme Paul Bourget’nin psikolojizmi |
İ6 |
ile Goncourt kardeşlerin sanatkârane üslûbunu ilâve eden Servet-i Fünun - eularda tasvir, edebiyatın en esaslı unsurlarından biri olur: Halit Ziya ile Melımet Rauf’un roman ve hikâyelerinde dekor, tip, jest ve tabiat manzaraları haline getirilen ruh hallerinin tasviri kompozisyonun temelini teşkil eder. Nesre muvazi olarak şiirde de tasvire doğru gidilir: daha Servet-i Fü- nun’dan önce başlayan resim altına şiir yazma cereyanı, şiirde tasvir- cilik temayülünün başladığını haber verir. Tevfik Fikret, resim ile de bizzat meşgul olduğu için, bu sahada büyük bir muvaffakiyet gösterir. Fakat bu tip şiirin nazariyesini yapan, onun esaslarını garplı örneklerden alan, Fikret’i ve diğer Servet-i Fünun şairlerini bu istikamete doğru sürükleyen, Cenap Şehabeddin’dir. 22 kânunusani 1928 tarihinde Peyam-ı Sabah gazetesinde çıkan bir makalesinde o, ilk defa bu yola nasıl koyulduğunu şöyle anlatıyor: «Bugün Sultanî talebesinden birinin ilk eser-i teşaürü gibi telâkki olunmak lâzım gelen bu neşideyi,1 o zaman bütün eumhur-ı şuara fran- sızcadan miitercem zannetmişlerdi. Zira kalbine bir şahsiyet-i müstakille iare ederek onu bir levha halinde tasavvur etmek kudreti bir Türk şairinin dimağı iç;n müstebat görülüyordu. Filvaki o zamana kadar neşredilen âsâr-ı manzumemiz arasında buna mümasil, böyle timsali düşünülmüş ve şerait-i tamamiyete malik bir neşide gösterilemez. Vaveyla ve Kürsi-i istiğrak ve emsali gibi hakikaten nefis, parlak bedialaı- vardı. Fakat hiç biri muayyen bir çerçeve içinde tasvir edilmiş değildir, hepsi hududu itibariyle kusurlu idi. Bizden evvelki nesl-i edep bir manzumenin elfaz ile resmedilen bir levha olduğundan gaflet göstermiştir. Bu cihetle eserlerini birer levha gibi çerçeveleyerek tahdit etmiyorlardı. Ben bu lüzum-ı tahdidi Paris’te kendisinden edebiyat dersi aldığım Charles Brevet isminde bir adamdan öğrendim ki Gaulois gazetesi muharrirlerinden idi.»2 Fransa’da bu tarz şiir Parnasse mektebi tarafından ortaya atılmıştı. Romantiklerin lüzumundan fazla sübjektif, coşkun his ve hayallerle |
1 Cenab’m bahsettiği «ııcşide» Benim kalbim, 7 kânunuevvel 1311 tarihinde Hazine-i Fünun’da çıkmıştır. |
2 Bu metin ve Cenab’m edebiyata dair diğer düşünceleri için Saadettin Nüzhet’ın Cenap Şehabettin (İstanbul 1934) adlı eserinin 20. sahifesine bakınız. Metinde geçeri bazı kelimeler tarafımdan aralıklanmıştır. |
i 7 |
dolu, şeldl itibariyle mühmel şiirlerine karşı bu mektebe mensup olan şâirler, objektif, gayrişahsî, şeldl bakımından mükemmel manzumeler kaleme almışlardı. Romantiklerin kuvvetli tesiri altında kalan AbdüIIıak Hamit ile Recaizade Ekrem’in şiirleri de garplı örneklerinin kusurunu taşıyordu. İlham nazariyesine fazla kapılan Makber şairi, duygu, hayal ve düşünce namma dile ve şekle meydan okuyordu. Ekrem’le Hamid’e karşı vuzuhu, selâseti, dil ve şekil mükemmelliğini müdafaa eden Muallim Naci, eskiye fasla bağlı olduğu ve Garb’ı iyi tanımadığı için, gençler üzerinde çok müessir olamıyordu. Paris’te bulunduğu esnada Fransız .edebiyatım yakından tanımak imkânını bulan Cenap Şehabeddin, bir otorite teşkil eden düşünceleri ve verdiği örneklerle şiirimize yeni bir istikamet çizmeğe muvaffak oldu. www.gurkanca.com Fikret bir «mizaç» adamı idi. Hayat duygusu ve cemiyet görüşü vardı. Aynı zamanda ressam olmakla beraber, şiirde tam bir parnasyen olmadı. Tasvir onun için duygu ve düşüncelerini ifadeye yarayan kuvvetli bir vasıta idi. En çok tasvirci olmak istediği Aveııg-i şuhur onun en kötü manzumeleridir. Fikret’in muvaffak olduğu şiirler, duygu ve düşüncelerini anlattığı Omı -i muhayyel, Sis ve Tarih-i kadim gibi manzumelerdir. Bunlarda tasvir, çok mühim bir yer işgal etmekle beraber, daima aslî teme bağlıdır, onun e;mriqdedir. Buna, mukabil Cenap, tıpkı parnasyen ler gibi, resmi şiirin esas gayesi yaptı. O da şiire ferdî veya beşerî duygular sokmak istemiş, fakat bunları Fikret gibi derinden duymadığı, mizacına mal edemediği için, müessir bir hale getirememiştir. Cenab’ın en çok muvaffak olduğu şiirler, antolojilere de alman tabiat tasvirleridir, bunlaıda büyük bir ustaLk görüiür. Fakat bunlar bizde «gayribeşerî» bir intiba uyandırırlar, bir tabloyu seyreder gibi onlara karşı yabancı kalırız. Fikret’te ise tabiat «beşerî» bir kıymet halini abr. O, Mat deniz'e baktığı zaman, denizden çok kendini düşünür, «Maî bir gözün elem-i kalbine ağladığım» sanır. Buna, mukabd Cenab’m Elhan-ı şita'sı, insansız, sâf, sadece haricî unsurlardan ibaret bir varlıkta. Tamamiyle şeklî bir tabiat tasvirice düşmekten çekinen Cenap, kendisinin asla inanmadığı bir «ruh-ı kâinat» fikri uydurur. Tabiatın da insan gibi bir ruhu olduğuna inandırmak ister. Fakat iptidaîlerde yahut mistiklerde ciddî bir inanç mevzuu olan bu fikir, Cenap için sadece bir vesileden ibarettir. En muvaffak manzumelerinde bile bunun oyuna katılan bir unsur olduğunu hissederiz. Cenab’ın daha sonra unutulmasında, bu «gayribeşe- rî»liğinin, şiiri tekrar eski edebiyatta olduğu gibi bir oyun haline getirmesinin büyük tesiri olduğunu sanıyorum. Cenab’m şiirleri kronolojik olarak gözden geçirilirse,, bütün deneme- |
lerinin gayesinin «resim yapmak» olduğu görülür. Dilin fonetik unsurlarından istifade ederek musikiyi de şiire sokmak ister; bu sabada da çok enteresan denemeler yapar. Bu mevzuu ayrı bir makalede incelemek istiyorum. Burada Cenab’ın bütün şiirlerinin en esaslı unsuru olan «resim» fikrini nasıl tatbik ettiğini, hangi istikametlerde ilerlediğini ve nereye kadar götürdüğünü ortaya koymağa çalışacağım. Cenab?ıiı bu çalışmalarından Fikret ve Haşim çok istifade etmişlerdir. Onların kendi mizaçlarına ve dünya görüşlerine göre tâdil ettikleri, normal ve tabiî bir hale koydukları resim fikri, yeni Türk şiirinin bünyesini tamamiyle değiştirmiştir. Yahya Kemal ve Hamdi Tanpmar’m şiirlerinde de pitoreskin mühim bir yer tuttuğu malûmdur. Cenab’m çok aşırıya giden denemeleri olmasaydı, Türk şiiri, Garp şiirinin de esaslı unsurlarından birini teşkil eden bu tasvir kabiliyetini kolay kolay kazanamazdı. Hamit ve Ekrem’in şekilsiz ve kıvamsız, fikrî ve hissî manzumelerinden sonra, Cenab’m, şiiri plâstik bir madde gibi işleyen denemelerine ihtiyaç vardı. Onun bu denemeleri nasıl yaptığmı anlamak, Türk şiir tarihinin bir cephesini aydınlatabilir. Mükemmelliği izah etmek için, unutulmuş tecrübeleri bilmek faydadan hâli değildir. Cenab’m şiirlerinde tasvir temayülü, daha Avrupa’ya gitmeden, tıbbiye talebesi iken, 1303/1887 yılında neşrettiği Tamat adlı şiir kitabında başlar. Yatıyor isimli manzumesi bu temayülü açıkça gösterir: |
Dilber yatıyor, ne ulviyane! Saçlar dağınık, yanakta tel tel... Dalgın uyuyor, tebessüm etmiş; Kudret, sanırım, tecessüm etmiş. Bir el dolaşık bu giysuvane, Vicdanım dinlemekte bir el. Piıaheni çak olup açılmış, Pistanları sinesi bu mahm. Tanzir ediyor metalii bu, Tenvir ediyor melâmii bu. Bu nur mu şemsten saçılmış? Etrafı ne şulever şu mahm! 1 |
1 Tamat, 138-139. s. |
Fakat gerek bu manzume, gerek Tamat’tıı çıkan diğer manzumelerinde Cenap Namık Kemal’in Abdülhak Hamit, Recaizade ve Muallim Naci’nin tesiri altındadır. Henüz hangi tipte şiir yazacağı pek belli değildir. Avrupa’dan döndükten sonra vücuda getirdiği eserlerde o, artık evvelki nesillerin tesirinden kurtulmuş, tasvir yolunda yürümeğe karar vermiştir. 5 mayıs 1310 yılında Mektep mecmuasında çıkan Tasvir-i canan manzumesi onun «elfaz ile levlıa yapmak» arzusunda olduğunu gösteriyor. Fakat arkasında yedi sekiz senelik bir kalem denemesi olmakla beraber, şair henüz renkleri ve şekilleri ifade eden kelimeler bulmakta çok acemidir. Sevgilisinin «billur gerden»inden, yanaklarına vuran sabah aydınlığından bahseder; onun «iki turrası», «solgun ziya»yı andırır. Gözlerinde her dem «taze bir maîlik» ağlar, «gül» dudaklarında «leb-i taze-i seher» dolaşır. Omuzlarındaki «gülgûne hicap» ile o, bir «şevk-ı zinıkâb» olur. Cenap bu şiirinden sonra tasvirî mahiyette çeşitli manzumeler yazar. Bunları umumî olarak a) alegoriler, b) ev içi tasvirleri, c) tabiat manzaraları olmak üzere üç kısma ayırabiliriz. Bunları kronolojik olarak kendi tekâmülleri içinde ayrı ayrı takip edelim. a) Alegorik şiirler: Cenab’m bu tarz şiiri Paris’te bir Fransızdan öğrendiğini ve Türk edebiyatında ilk defa bu vadide bir yenilik yapmak istediğini yukarda görmüştük. Cenab’m yazmış olduğu ilk alegorik manzume 19 teşrinievvel 1311 tarihinde Hazine-i Fiinun mecmuasında çıkan Mürg-i siyah isimli sonesidir. Bu manzumenin iki dörtlükle bir üçlüğünde şair sert ve haşin taşlar üzerine düşmüş, kanadı kırdmış, gece gündüz ah ve figan eden bir kuşu tasvir eder. Bu zavallı kuş uçmak ister, amma meçhul bir el onu olduğu yerden kıpırdatmaz. Sonuncu üçlükte şair bu kuşa adım sorar, kuş «Namım benim, ey bihaber, kalb-i müked- derdir» cevabını verir. 14 mart 1312 tarihinde Mektep mecmuasında çıkan başka bir manzumede aynı tem bir az değiştirilerek tekrar ele alınmıştır. Burada da «mürg-i şikeste bâl» vardır. Asumana göz dikerek inler, gözlerinin etrafı çökmüş, bir zıll-i baz;n» ile kaplanmıştır. Etrafındaki kuşlar mesut cıvıldaşırlarken, o, melal ile feryat eder; yükselmek ve uçmak ister, fakat «dest-i zemin» onu bırakmaz. Şair son beyitte alegorisinin tefsirini yapar: bu kuş yer yüzünde feryat eyleyen her şairin bir «tercüman-ı ruh»udur. , Türk edebiyatında kuş, bilhassa bülbül ile insan ruhu arasında müna |
sebet kuran pek çok şiir vardır. Recaizacle ile Abdülbak Iİamid’in bülbül ve kuş temi üzerine yazmış oldukları manzumeler o devirde çok sevilmişti. Bizzat Cenap Şehabeddin Tama?ta Hamid’in meşlıuı- Hyde parktan geçerken manzumesini tanzir etmiştir. Cenab’m zikretmiş olduğumuz iki manzumesindeki yenilik, bu mevzuu alegorik bir tarzda işlemiş olmasındadır. Fransız edebiyatında Cenab?ın tanıdığı Baudelaire kuşu alegorik bir tarzda kullanmıştır. Cenab’ın kanadı kırık kuşları ile Bau- delaire’in Albatros'u arasında bir benzerlik bulmak mümkündür. Cenab’m yukarda bahsi geçen Benim, kalbim manzumesinde alegori yirmi mısra uzar ve geniş bir tablo halini alır. Çok romantik olan bu tabloda, siyah bir ormanın en karanlık yerinde yatan bir genç vardır. Başını garip bir yarasanın «zıll-i şebreng»ine uzatmıştır. Son derece mustariptir, sarı çehresindeki uçukluktan hazan yaprağı bile ürker. Sinesine bir hançer - saplanmıştır. Teneffüs ettikçe titrer. Onun nefes ahşmı işittikçe taş ve toprak merhamete gelir. Bu tabloyu teferruatlı bir surette anlatan şair: Kimdir âyâ bu haste-i muğber? diye semaya sorar. Semadan şöyle bir cevap gelir: Gördüğün dilşikeste-i takdir, Bil, senin kalb-i naümidindiı-. Öyle takdir eder ki Rabb-ı kadîr, Ebedî hastadır dil-i şair. Daha sonra Cenab’m da çocukça bulduğu bu manzume neşrolunduğu zaman, herkeste yabancı dilden tercüme edilmiş hissini uyandırmıştır. 15 şubat 1311 tarihinde Mektep mecmuasında çıkan Sair filmenam manzumesi de alegoriktir. Sone tarzmda yazılmış olan bu manzumenin ild dörtlükle ille üçlüğünde, geceleyin karanlıkta gözleri kapalı yürüyen bir soınnambül tasvir olunmuştur. Sonuncu üçlükte şair bu timsali şöyle tefsir eder: Benim fikrimdir ol malûl-i şebhiz ICi daim bulmak ister bir hakikat. |
21 |
Aynı tarihte aym yerde çıkan Teşne-i tep başlıklı sonede, çöllerde yürüyen, susuz, seraplarla aldanan, fakat yine de yoluna devam eden bir seyyah tasvir olunur. Son üçlükte bu seyyah ile insanlığın kastolunduğu açıklanır. Cenab’m bu tarzda yazdığı şiirlerin en muvaffakiyetlisi 21 mart 1312 tarihinde Mektep mecmuasında çıkan Berk-i hazan manzumesidir. Yedi üçlükten ibaret olan bu manzumenin beş üçlüğünde, sonbaharda dalından ayrılarak taze bahçeler görmek ümidine kapılan bir yaprağın macerası anlatılır. Rüzgâr yaprağı şurada burada dolaştırır durur. Son iki üçlükte şair, bu serseri yaprak imajını kendisine tatbik ederek, şöyle der: / Kıldın avare, sevgilim, beni sen, Ben de şimdi misal-i berk-i hazan Geçerim bir hevesle her yerden. Seni gördüm de, ey peri, gönlüm Düştü bir âşıkane ümide, Ta ebet kaldı serseri gönlüm. Bu bir kaç denemeden sonra Cenap alegorik şiiri bırakır. Yirmi sene sonra 16 nisan 1341 tarihinde Servet-i Fünun mecmuasında çıkan İhtiyar çınar adb uzun bir manzumesinde, yaşama iradesini temsil eden, manası pek vazıh, sembolik bir şiir yazar. Bu yaşlı çınar sembolünü şiirlerinde Tevfik Fikret de kullanmıştır. Her iki şairm de kaynağı, belki, Parnasse şairlerinden Victor de Laprade’m La mort d'un chene adb uzun manzumesidir. •www.gurkanca.com b) Ev içi tasvirleri: Bu tip şiirlerin ilki 28 ağustos 1310 tarihinde Hazine-i Fünun’da çıkan Hâb-ı seheri adlı uzun manzumedir. Cenap burada, sabah vakti yatakta uyuyan bir anne ile çocuğunu tasvir eder. Başta «lâtif perdelerinden sarışın bir ziya süzülen oda»yı anlatır. Sonra bu «aşiyan-ı muhabbet» te uyuyan anneyi gösterir: Meleklika, sarışın bir peri-i biemsal Derin derin uyur asude bir hayal gibi. Annenin şakaklarından inen saçları çocuğun yüzünü örter. Çocuğun yüzü şöyle tasvir olunmuştur; |
22 |
Hicab-ı çeşminin altında maî gözlerine Görünce belli belirsiz gönül kıyas eyler: Rakik bir tülün altmda maî sünbüller. 8 şubat 1311 tarihinde Mektep’te çıkan Büyük valide şiirinde, torununun beşiğini sallayan bir ninenin hali anlatılıyor, fakat dekor üzermcle hiç durulmuyor. 11 nisan 1312 tarihinde Servet-i Fünun’da intişar eden Mevid-i telâki sonesinde muayyen saatte bir odada birleşen iki âşıktan bahsolunur. Burada Cenap iki mısra ile bir resimden alınmışa benzeyen şu tasviri yapıyor: Etti ziya-yı suıh ile bir tâb-ı mutedil Fağfur ocaktan ol gül-i simine inikas. 20 haziran 1312 tarihinde Mektep’te intişar eden Baş ucunda adlı manzumede Cenap tekrar oda içinde uyuyan bir kadını tasvir ediyor: Lebin gibi süzülür bir ziya-yı pak ü sefid Beyaz perdelerinde beyaz hâbgehin; Nazar sanır ki olur her deriçesinde bedîd Ya hâle-i keremi maderane bir nigehin... Bu lâne-i seher anın içinde bir duhter... Yarım açık yatıyor şuh bir hayal gibi, Derin derin uyuyor bir huzur-ı bal gibi. 11 temmuz 1312 tarihinde Servet-i Fünun’da çıkan Ümid-ü intizar manzumesinde «ümitlerle canım arkasında bekleyen», «sokakta zâhir olan her ayak sesi ile» ürperen, gelip geçenlere bakan ve onlarm arasında meçhul sevgilisini arayan bir genç kızın hali anlatılır. 26 eylül 1313 tarihinde Mektep’te çıkan Şeydayane bir hayal manzumesinde, güneş battıktan sonra odasına çekilen, yatağında, yalnız, hülyaya dalan bir kadından bahsolunur. Odanın içi ve kadının hali şöyle tasvir edilmiştir: |
2 i |
Bir küçük şem’amn ziya-yı zeri Titredikçe şikeste-tâbane, Odanm bep ipekli perdeleri Bayılıp titreşirdi mestane. Kadının ruy-i sayenakinde Farkeden sayenak didesini Hissederdi nigâh-ı pakindc İnfial-i bazan-residesini. |
7 teşrinievvel 1313 te Mektep’te çıkan Hayal-i mader sonesinde tekrar anne ile çocuk temini ele alıyor, evin içini ancak bir mısra ile gös- teıiyör. Alegorik şiirlerde kısmen muvaffak olan Cenap ev içi tasvirinde son derece basit kalıyor. O sadece, güzel bir şiir olan Yakazat-ı leyliye Ae, gecenin içinde piyano çalan İcadın hayaliyle bizde görmediğimiz, fakat tahayyül ettiğimiz bir ev içi hissi uyandırıyor: www.gurkanca.com Ta uzaklardan işte bir piyano Taze parmakların temasiyle Ağlıyor bir hazan havasiyle. Dinle, ey yârim, işte ağlayan o... Tellerin lahn-i inkisariyle Hangi metruke böyle eyleniyor ? Alain, şairin vazifesi, ressam gibi tasvir değil, evocationdur, der. Cenap, yalnız bu şiirinde tasvir metoduna baş vurmadan kuvvetli bir evocation vücuda getirmeğe muvaffak olmuştur. c) Gece şiirleri: Cenab’m üzerinde en çok işlediği temlerden biri içinde ekseriya bir sevgiliden bahsolunan mehtaplı veya mehtapsız gece tasvirleridir. Bir tablo teşkil eden bu tarz manzumelerinde o, alegorilerden ve ev içi tasvirlerinden daha ziyade muvaffak olur. 26 teşrinievvel 1311 de Hazine-i Fünun’da çıkan Aks-i mah manzumesi bunların ilkidir. Burada şöyle bir tablo çizilmektedir: Güneş batar, gökyüzü «yekpare bir mavi güher» haline inkılâp eder ve mah yalnız ağ |
24 |
lar. Yeryüzünün sinesine ' Biı- «eşk-i simin» döker. Bu dekor içinde «eşk-i simin-i sema»yı «camehâb» eden bir «simber» vardır. Ay onun güzelliğini artırır. Genç kadının «taze ağzından akan» gölge ve ışık, çjplak göğsünü örter. Bu manzarayı görenler: Bir ağaç altında aks-i mah uyur zannederler. Aynı derginin aynı sayısında çıkan Meşcere-i saadet isimli manzumede yine melıtapil bir gece tasvir olunmuştur. Burada ay ışığı mavi bir renge bürünür: «malı-ı nur» arza bir «ziya-yı lâciverdi» döker. Bütün orman bîr «hüsn-i lâciverdi» ile kaplanır. Bu ormanda iki «mest-i şebâb» dolaşır. Onların «zıll-ı zerd»i mehtabın ziyası ile beraber toprağa düşer. îki sevdazede «nur-u zili» içinde dolaşırlar. Cenap bu iki manzumesi ile ışık, renk, gölge ve şekli şiirinin başlıca unsurları haline getirir. 2 mayıs 1312 tarihinde Mektep’te çıkan Leyal-i zahire şiirinde yine bir mehtaplı gece tasviri vardır. Her taraf bir «beyaz seher» gibi görünür; ziyanın akisieri sularda «büyük bir âyine-i sim-ü serap» nakşeyler. Aynı derginin aynı sayısında çıkan Ab ü ziya manzumesinde, şair gecenin içinde tabiatın güzelliğine dalar. «Sahil-i sâf-i bahr»e inerek başını bir taşa dayar ve etrafmda gördüklerini şöyle anlatır: Gark-ı nur-ı sürür idi derya, Sanki bir sesle bir parıltı idi Suda her katreyi eden imlâ. Görülen bir ziya-yı şuste-lika Duyulan tatlı bir çağıltı idi, Sanki ağlardı ab içinde ziya. Bu sâf unsur şiiri ilerde Ahmet Haşim’in yapacağı tasvirleri kuvvetle hatırlatır. Cenab’m bu manzumesinde sade ışık ve renkten değil, sesten de istifade ettiği görülüyor. Pamasyenlerle sembolistler mehtaplı gece temini çok kullanmışlar ve ay ışığı ile musiki arasında münâsebetler kurmuşlardır. Henry Cazalis Les harpes' de David ve Tsigane dans la lune isimli iki şiirinde, Mallarme Apparition'unda mehtaplı gece ile |
25 |
musikiyi birleştirirler. Paul Verlaine, La lune blanche isimli şiirinde gecenin şarkısını söyler: La lune blanche Luit dans le bois; De c.haque branche Paıt une voix Sous la ramee, 0 bien-aimee! diye başlayan bu şiir ile Cenap Şehabeddin’in Terane-i mehtap manzumesi arasında mevzu, şekil ve ahenk benzerliği vardır. 27 haziran 1312 tarihinde Mektep mecmuasında çıkan bu manzumede Cenab’m kullandığı yeni hayaller, bilhassa «saat-i semenfam». terkibi matbuatta gürültüler uyandırmış, şaire «dekadan» adının verilmesine sebep olmuştur. Cenab’m bu şiirinde de ses ve renk, musiki ve resim birleşmiştir. 28 haziran 1312 tarihinde Servet-i Fünun’da intişar eden Makdem-i yâr manzumesinde de Cenap kelimelerin seslerinden istifade eder. Pervane-i zerrin gibi her zühre-i zerrin Titrerdi zümrüdgeh-i lerzan-ı çemende beyti onun konsonlardan nasıl bir ahenk çıkarmak istediğini gösterir. Biz bu makalede sadece resim mefhumu ile alâkadar olduğumuz için, şiirin pitoresk cephesi üzerinde duracağız. Sone şeklinde yazılmış olan bu manzumenin iki dörtlükle ilk üçlüğünde şair, sanatkârane bir mehtaplı gece tasviri yapıyor, çeşitli renkleri terkip ediyor, «pervane-i zerrin» ve «zühre-i zerrin» terkiplerinin getirdiği altm rengini çemenlerin «zümrüdgeh-i lerzan»mı takip ediyor. Onları, «leb-i sim-i hıyaban»m gümüş rengi ile «çeşme-i billûr» ve «cuy-i billûrin» terkiplerinin billûrluğu tamamlıyor. İkinci dörtlükte Cenap geceyi ve ayı çok güzel bir bütünlük içinde gösteriyor: ■ |
Düşmüştü siyeh berk-i şebe şebnem-i simin, Şebnem gibi titrerdi kamer leyi üzerinde. |
26 |
Bir «ahu-yı çerende» ile bir «şebpere-i hufte»nin karıştığı bu şairane tablonun içine, nihayet, bir ay gibi yükselen sevgilinin hayali giriyor; Cenap gecenin içine bu anî doğuşu şöyle anlatıyor: Ey diirr-i yetim-i sedef-i şefkatim ey yâr, Sen bir meh-i ziruh gibi yükseliyordun, Muzlim korunun zilli içinden geliyordun. Cenab’m mehtaplı gece mevzuunu işleyen en güzel şiirlerinden biri bu- dur. Bu şiiriyle o, kesif, renkli, aydınlık bir tablo vücuda getirmiş, evvelce bahsettiği hudut, çerçeve, bütünlük ve perspektif kaidelerine tama- miyle riayet etmiştir. 10 teşrinievvel 1313 tarihinde Servet-i Fiinun mecmuasında Halit Ziya’ya ithafen neşrettiği Temaşa-yı ley al adlı uzun manzumesi de güzel bir gece şiiridir. Burada Cenap, sevgilisini kendisiyle beraber «lev- ha-i kâinat»ı seyre davet eder. Tabloyu teşkil eden başlıca resim unsurları, gölge ile ışıktır. Arada gecenin sessizliği ve başka ihsaslardan gelen unsurlar da vardır. Başta her tarafı kaplayan «gölge»ler görülür: Gölge, hep gölge, her taraf gölge, Gölgelerle bütün cihan mestur, Asuman yalnızca nim manzur. Sonra buna kontrast teşkil eden ışık'unsuru gelir. Karanlık çökünce yanan lâmbaları, Cenap, şu güzel hayal ile canlandırır: Bu hıyaban-ı tar-ı naimde Camlar üstünde resmeder ancak Dest-i şeb şuleden birer zambak. Sonra tekrar kâraniığı ve sessizliği tasvir eden şair, gözlerini semaya kaldırır ve orada bir bulut kenarmda çıkmakta olan ayı görür: Seyreder bir bulut kenarmdan Bir hilâlin nigâh-ı tannazı Kaib-i zulmette titreyen nazı. |
27 |
Cenap gece ve mehtaplı gece mevzuunu daha bir çok şiirinde ele almıştır. Burada onların hepsini anlatmamıza imkân yok. Yalnız, 16 mayıs 1312 tarihinde Servet-i Fiinun mecmuasında çıkan Son arzu isimli şiirini zikretmeden geçemeyeceğiz. Bu manzumede mehtaplı gece, saadet içinde ölmek isteyen şairle sevgilisinin özledikleri bir dekor olur: Birlikte terk-i cism edelim mevte bir gece, Mest-i garam iken; Kursun bahar ruhumuz üstünde gizlice Bir türbe-i semen; Gezsin hadika-i ebediyette el ele Amâl-i hâlimiz, Avize olsun âlem-i şevkinde onların Bir bedr-i mübtedî, Bir buse-i muzî tuta fevldnde anların Bir mah-ı sermedi. Cenab’ın yazdığı şiirlerden bir kısmında mevsimleri ele aldığını, bunlarda da muvaffakiyet gösterdiğini söylemiştim. Diğer temler gibi bu tem de bir tekâmül geçiliyor. Şairin tasvir kudreti arttıkça, mevsimleri de renk ve şekil kazanıyor. Cenap evvelâ mevsimleri sadece tasvirî olarak ele alıyor ve onlara antropomorfik bir karakter veriyor. Şiirlerine musiki ve hareket unsuru karıştıktan sonra tasvir tarzı da değişiyor. 3 teşrinisani 1311 tarihinde Hazine-i Fünun’da çıkan Lıka-yı hazan manzumesinde sonbahar beşerî hayallerle teşhis ediliyor: Zemin du çeşmi yaşarmış kadın gibi muğber, Sema dudağını bükmüş çocuk gibi mahzun. Dökerdi sisler içinde güneş şikâyetler, Tazallüm eyler idi gökte sarsar-ı nâlân. \ • Bir mısrada mevsimin rengi belirtilmektedir: |
Bütün cihan sarışın bir melâhate makrun. |
28 |
Mehtaplı gecelerde olduğu gibi, sonbahar manzaralarına da Cenap bir kadın hayali karıştırıyor: Balcup terahhum ile ruy-ı arz-ı pür-jenge ' Soluk dudağı soluk gözleriyle bir duhter, Verirdi tesüye berk-i hazan-ı birenge. 22 şubat 1311 tarihinde Mektep mecmuasında çıkan bir sonede hazan rüzgârı anlatılmıştır; renkten bahis yoktur. Yukarda zikretmiş olduğumuz Berk-i hazan şiirinde sonbahar yaprağının alegorik bir vasıta olarak kullanıldığını görmüştük. 21 teşrinisani 1313 tarihinde Mektep mecmuasında çıkan Elhan-ı hazan manzumesinde umumiyetle sonbaharın hissî tarafı bahis mevzuu olmakta, renklere basit bir şekilde temas edilmektedir, «bu solgun elvah», «zıll-i zerd» gibi. Sonbahar temini Cenap, en geniş ve en güzel şekilde, 4 teşrinievvel 1313 tarihinde Servet-i Fünun’da çıkan Temaşa-yı hazan manzumesinde işlemiştir. Doksan altı mısra tutan bu manzumenin başında şair, Temaşa-yı leyaVde olduğu gibi sevgilisini «ihtizar-ı hazan»ı seyre ve «elem-i arz»a iştiıake davet ediyor. Diğer mevsim şiirlerinde olduğu gibi, bu manzumesinde de Cenap, tabiatı beşerî tavır ve hareketler ile canlandırmağa çalışıyor. Sonbaharı zaaf ile diz çöken, dua eden ve zaman zaman hayata dönerek bakan bir insana benzetiyor. Dallarda beşerî hareketlerin akislerini buluyor. Ölüm sar’ası geçiren dallar, «çarpı- nır, çırpınır, kırar, kırılır, bâd-ı nâlâna haykırır, dardır». Bir üçlükte küçük bir tablo resmediliyor: Yıkılan lânelerle birlikte Dökülür ab u hake yapraklar, Na’ş-ı evrak ile dolar laklar. Yaprakların hareketleri çeşitli beşerî,' hayallerle teşhis ediliyor: 0 sararmış kiyah, o yapraklar, Buse-i elvedaa nâkadir, Hasta, firkatreside eller. |
29 |
Dökülürken, ah, o yapraklar Gamlı hemşireler gibi araşır; Öyle hemşireler ki gam yaraşır. Bu düşenler birer nahif eldir. Öyle eller ki talib-i rikkat Taleb-i rahm için eder hareket. Bütün manzumede tasvir, divan edebiyatında olduğu gibi tabiatı beşerileştiren imajlara dayanıyor. Yalnız Cenap, benzetmeleri ile «ruh-ı kâinat»ı vermeğe çalışıyor, psikolojik bir teme bağlanan imajlar, eski edebiyatta görülmeyen bir insicama kavuşuyor. Gece tasvirlerinde umumiyetle basarî imajlar kullanılan Cenab’ın mevsim tasvirlerinde harekî imajlar kullanması da dikkate şayandır. 1897 yılında Servet-i Fünun’un mümtaz nüshasında çıkan Elhan-ı şita Cenab’m kendi estetik anlayışına göre yazdığı en mükemmel manzumedir. 0 burada sanatının bütün vasıtalarını ustalıklı bir şekilde kullanıyor: Şekil, ahenk, kompozisyon ve imajlar birbirleriyle alâkalı tam bir vahdet vücuda getiriyor. Neşredilmek üzere olan Şiir tahlilleri adlı kitabımızda bu manzumeyi her cepheden incelediğimiz için, burada tekrar ele almayacağız. Resim bu şiirin sadece bir cephesini teşkil eder. Manzume esas itibariyle müzikal bir anlayışa göre kaleme alınmıştır. Başlıca temlere bağlı imajlar, şiirin umumî kompozisyonu içinde bir leit- motiv olarak görünür; Cenab’m burada üzerinde durmayacağımız Riyah-ı leyal manzumesinde de, tasvirî unsurlar bulunmakla beraber, musiki unsuru galiptir. Cenab’m şiirlerinde musikiden bahseden makalemizde, seslerle renkler arasındaki münasebetler meselesini ayrıca ele alacağız. Şimdiye kadar Cenab’m şiirlerinde tasvir unsurunun, manzumelerinin bütününe hâkim bir tem olarak gördük. Bir alegori, bir oda içi, bir gece manzarası, bir mevsim, manzumenin esas mevzuunu teşkil ediyordu. Resim fikri, Cenab’m şiirlerinin nescini ören küçük imajlarda da görülür. Bunlarm tetkik edilmesi de ayrı bir çalışmayı icap ettirir. Diğer Servet-i Fünuncular gibi, Cenab’m üslûbu da orijinal terkipleri ihtiva eder. Ruh hallerine renk veren, renkler» ruhileştiren, ihsasları birbirine karıştıran bu terkipler yüzünden, Cenap, dekadanhkla itham edilmiştir. Edebiyatımızda o zamana kadar görülmemiş tasavvurlar vücuda getiren bu terkipler, alışılmış . düşünce.. kadrolarını kırıyor, itiyatları altüst ediyordu. Cenab’ın her hangi bir şiiri, meselâ Terarıe-i mehtap veya Elhan-ı şita’sı bu bakımdan gözden geçirilirse, mevzu aynı kalmakla be |
30 |
raber, imajların şiir boyunca mütemadiyen değiştikleri görülür. Yukarda 'zikrettiğimiz bir misalde sadece yaprak unsuru bir kaç şeye benzetilmişti. Aynı şeyi daima değişik imajlarla anlatmak, Cenab’m başbca hususiyetidir. Onun üslûp çalışmasını bilhassa bu nokta üzerinde teksif ettiği görülüyor. Takasa-yı üslûp manzumesi Cenab’m bu. cephesini göstermesi bakımından çok dikkate şayandır. Şairin- estetiğini nazariye ve tatbikatiyle beraber ortaya koyan bu manzumenin bazı kısımlarını alarak üzerinde durmayı faydalı buluyoruz. Yücud-ı fikrime bir şehper-i melek yapsam Şeb-i elfaz u nur-ı hülyadan, Per-i fikrimle havz-ı rüyadan Alıp köpükleri zevkimce bir çiçek yapsam: Benim bütün emelim buydu şiire başlarken.... Per-i fikrimdeki hayat-ı şebap Şeb-i elfaz içinde oldu harap Çıkarmadan yeni bir nağme târ-ı kafiyeden. Açıldı şimdi nigâh-ı nâhufte beynimde, Şeb-i hikmetteki hakikatler Ezerek ruhumu tekallüs eder Birer elem gibi parmaklarım cebinimde. Bütün dimağımı berk-i hazan gibi çevirir Yeni bir girdibâd-ı fikr-i hayat, Yeni bir medd ü cezr-i hissiyat Bütün sevahil-i bahr-ı hayalimi kemirir. Hadaik-i heyecanımda bir gül-i nevhiz, Ararım vermek üzre şiirime can; Bulurum bir vesile-i heyecan Ki bâd-ı vezn edemez umduğum gibi tehziz. Bu manzume Cenab’m, diğer Servet-i Fünuncular gibi, üslûba ne kadar ehemmiyet verdiğini, düşüncelerini anlatmak için ne kadar güçlük çektiğini gösteriyor. Aynı metin bize Cenab’m üslûp anlayışının bilhassa imaj yaratmaya dayandığını da belirtiyor. Fikirlerine şekil veremediğinden şikâyet eden şair, sadece bu manzumesinde bir sürü imaj vü- |
31 |
Cuda getiriyor. Terkiplerine dikkat edersek, bunların hemen hepsinin küçük imajları ihtiva ettiğini görürüz: «vücud-ı fikr», «şeb-i elfaz», «nur-ı hülya», «per-i fikr», «hevz-i rüya», «târ-ı kafiye», «şeb-i hikmet», «girdibâd-ı fikr-i hayat», «medd ü cezr-i hissiyat», «sevahil-i bahr-i hayal», «hadaik-i heyecan», «bâd-ı vezn» v.s. Cenab’m bütün şiirlerinin içi böyle küçük küçük bir yığın imajla doludur. Bunlar gösteril- ki onun manzumeleri sadece bütün itibariyle değil, teferruat bakımından da resme has bir karakter taşır. Bunlar Cenab’m şiirlerini son derece süslü gösterirler. Sürekli imajlardan örülmüş olan bu üslûpla divan üslûbu arasında bir benzerlik vard’r. Divan üslûbu da imajlarla yüklüdür. Yalnız, divan üslûbunun nescini dokuyan imajlar, umumiyetle klişe ve orta malı olduğu halde, Cenab’mkiler yeni ve orijinaldir. îlcinci meşrutiyetten sonra, yabıız kelime bakımından değil, zevk bakımından da halk şiirinin sade güzelliğine dönen Türk zevki, bugün bu kadar fazla süsü kaldıramıyor. Yahya Kemal’in Ses şiirini okuyan Cenap Şehabeddin «bunda ne var» diye sormuş.'1 Sadelik ona âdeta şiirin ortadan kalkması gibi görünmüş. Cumhuriyet devri şairleri sadelik bakımından Yahya Kemal’den de ileri gittiler. Bazıları şiirden benzetmeyi tamamiyle kaldırdılar. Eski Türk edebiyatındaki aşırı süslülük onları «edebiyatsız edebiyat» adını verdikleri alelâde konuşmaya kadar götürdü. Cenab’m zevki ile bugünün zevki birbirine tamamiyle zıt iki kutup teşkil eder. |
1 Bu anekdotu bizzat Yaiıya Kemal’den işittim. |
Mehmet Kaplan
Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi C.5 1953 S.15-31
Yorum Gönder